Hayatın Eksiği Var

Öğlen namazı sonrası Şeyh Devâtî Efendi haziresinde başını usulca bir mezar taşına yaslayan bir kaç yaprak o kadar canlı göründü ki bana, "hayatım" dediğim şeyin canlılığından şüphe ettim. "Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Resul'üne icabet edin." Necip Fazıl farklı yorumlamıştı bu ayeti sanırım: 

Hayatın eksiği var 
Hayat eksik hayatta

Yaprağın yüzünü aydınlatan, mezar taşını okunur kılan güneş, "Allahu nur'us-semavâti ve'l-ard" ayetini yaşattı bir an. Allah'ın nuru çünkü dünyayı yaşanabilir kılan. Bir an yaşayabildim bu hissi, bir kaç adım sonra sokak önümü kesti. 

 ***

Mezar taşı, bir ismin sergüzeştini yaşıyordu sanki. Bir insanın geride bıraktığı ismin yazıldığı bu taş, bir derviş gibi kendi ismini unutuyor ama sahibinin ismini yaşatıyordu. Mezar taşları yaşatmak için var desem gülerler mi bana? Kim bir mezar taşının soluk almadığını söyleyebilir ki? Mezar taşları hem sahibini hem ölümü yaşatıyor! Taşın bedeni isim, ruhu ise ölüm! 

"Nûr-i çeşm, fazl ü irfan"... mezar taşına ne güzel nakşedilmiş bu kelimeler...Ölümü süsleyen bu taşlar, hayatımıza neden temas etmiyor artık? Modern mezar taşları sadece isim ve sayılardan ibaret. Ben eskiyi düşlüyorum. İstanbul ağzı ile konuşuyordu mezar taşları, şairlerin diliyle. Güzel kelimeler hayatı da ölümü de güzelleştiriyordu. Üsküdardaki mezar taşlarından dalgaların sesi işitiliyordu, Süleymaniye'deki taşlardan rüzgarlara karışan "hû hû" lar... Mevlevî dergâhlarında hâmûşana ait mezar taşları sükût kesiyordu. Türbeler sanki birer dergâhtı ölümün post-nîşîn olduğu. Hayatı kapıda bırakıp ölümün dergâhına giriyor, ölümden dersimizi alıp edeple ayrılıyorduk...

Modern zamanlarda ölümden hisse alabilmek için sanırım yağmurlardan, rüzgarlardan, servilerden ve biraz da kedilerden ders almak gerekiyor. 

Popüler Yayınlar